Esad Mücahit Eskimez
Prof. Dr. Abdulhamit Kırmızı. “Abdulhamid’in Valileri” yahut “Avlonyalı Ferid Paşa” isimli eserlerinin yanı sıra biyografi ile ilgilenenlerin de muhtemelen yolunun kesiştiği bir isim. İstanbul Şehir Üniversitesi Tarih Bölümü’nde ders vermekte olan hocamızla akademide karşılaşmamış olanların ise Twitter’da karşılaştıklarını umuyoruz. Prof. Dr. Kırmızı ile tarih okumanın nedenleri ve tarihe bakış açımız üzerine verimli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Abdulhamit Kırmızı kimdir? Abdulhamit Kırmızı Almanya’nın Herne şehrinde doğdu. 1984 ailesiyle beraber Türkiye’ye dönen Kırmızı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. 1995-2008 yılları arasında çeşitli kurumlarda uzman ve yönetici olarak görev aldıktan sonra, 2010 senesinde İstanbul Şehir Üniversitesi Tarih Bölümü’nde ders vermeye başlamıştır. Hâlen aynı üniversitede çalışmalarına devam etmektedir.
Dergimizin okuyucu kitlesi düşünüldüğünde aklımıza ilk gelen soru ile başlayalım isterseniz: Gençler niçin tarih okumalı ve tarih bize ne söyler?
Bugünün bir dünü var, insan yalnız şimdi boyutunda yaşamıyor. “Neredeyiz?” sorusu ister istemez nereden geldiğimizi anlamakla bağlantılıdır. İçgüdüsel olarak herkes biraz tarihçidir, çünkü bir sorunla karşılaştığımızda geçmişi deşer, sorunun kaynağını bulmaya çalışırız. Tarih bizim kendi hikayemiz, daha erken doğmuş olsaydık da muhtemelen kendi tecrübemiz olacaktı. Ahlakıyla, yaşam tarzıyla, bilgisiyle, mimarisiyle, teknolojisiyle vs. içinde yaşadığımız dünyayı biz kendimiz inşa etmedik, içine doğduk, bizden öncekilerin taş üstüne taş koyarak yaptıkları bize miras kaldı. Bunu bilmeden kendimiz taş üstüne taşı doğru yerine koyamayız. Bugünü nasıl anladığımız geçmişi nasıl bildiğimize bağlı, kısaca.
Çok popüler bir ifade vardır: “Tarih tekerrürden ibarettir.” Tarihin kendi akışı içerisinde oluşturduğu döngüyü okumak ve anlamaya çalışmak gelecek vizyonu çizerken bizlere ne gibi katkılar sağlar?
Tarih şuurunun önemli bir gereği dün ile bugünü ayırt edebilme kabiliyetidir. Geçmişteki her olayı kendi bağlamı içinde değerlendirmemiz lazım. Ne demek bu? Her olayın siyakı sibakı vardır. Yaşanmış her bir olay bugünden bambaşka şartlarda oluşmuştur. O olayı doğuran şartlar milyonlarca değişkene bağlıdır ve bu değişkenler asla yeniden bir araya gelemez, aynı olayı doğuramaz. Tarih tekerrür etmez, biz geçmişteki bir olayı bugünkü bir olaya benzeterek o tekerrürü vehmederiz. Kendi kurduğumuz bir benzerliğe kendimiz tekerrür diye inanırız. Yani tekerrür ettiğine dair kendimizi kandırırız.
Nereden nereye geldiğimizi ya da nerede kaldığımızı ancak tarih şuuruyla anlarız. Mesela, dağ eski insanlar için engel demektir, eşkıya demektir, tek başına gidilmeyen tehlikeli bir yer demektir. Ama sonradan romantize edilmiştir, manzara sayılmıştır, kara ve demiryollarıyla, tünellerle fethedilmiştir. Bugün uydularla en ücradaki dağ bile gözlemlenebilir hale gelmiştir. Başka bir örnek, evlilik. Anneannenizin zamanında başka, annenizin zamanında başka, şimdi bambaşka. Görücü usulüyle gelişen, tenasüle, yani nesli sürdürmeye yönelik bir akitten, aşk evliliğine gelindi. Kelimelerin ve kavramların içeriği bu kadar değişirken gerçekleşen olayların aynı olması ne derece mümkün?
Ülkemizde bilhassa son dönemde tarih dizileri fazlasıyla revaçta. Kurgusal tarihi metinler üzerinden şekillenen bu dizi yahut filmler, tarih anlayışımız üzerinde bıraktıkları etki ile bizlere fayda mı sağlıyor yoksa zarar mı? Bu dizi ve filmler ile tarih merakı ve tarih bilinci doğru orantılı mi ilerliyor?
Her film ve dizi kendi zamanının ürünüdür. Hiçbiri geçmişi olduğu gibi canlandıramaz. Bir tarih kaynağı değildirler. Tarih öğreniyorum diye izlememek lazım. Roman ve hikaye okurken nasıl kurgu olduğu biliniyorsa, bunları izlerken de bu bilinçle izlemeli. Filmler ve diziler kurmaca eserlerdir, kendi piyasa mantıkları vardır. Çoğunda olgular günün siyasal ve toplumsal ihtiyaçlarına göre tahrif edilir. Propaganda için de kullanılır. Bizde çoğunlukla Türk’ün Türk’e propagandasından ibarettir. Belgeselleri bile şüpheyle karşılamak gerekirken kurmacaya dayananları hiçbir şekilde geçmişin doğru bir tasviri olarak izlememek lazım. Bana kalırsa hiç izlememek lazım, kötü yapımlar. Türkiye henüz bunun profesyonel mekanizmalarını kurmuş değil. Mesela tarihçi danışman var görünüyor ama bununla dizinin yapım süreci arasındaki ilişki ciddiyetsiz. Seyirci de türü hak ettiği bilinçle izlemiyor, her gördüğüne rahmetli ninem gibi inanıyor.
Osmanlı Türkçe’sini geniş kitlelere öğretmeye çalışmak bizlere fayda sağlar mı? Ortalama bir eğitime sahip bir kişi, Osmanlı Türkçesi bilmeli mi?
Faydalıdır ama zorlamamak da lazım. Öyle atla deve de değil zaten, beş-on günde öğrenilebilir. Ama işte Osmanlıca bilince daha çok okuyan ve daha sağlıklı düşünen biri mi olacak emin değilim. Ve nerede kullanacak? Herkes adım başı bir çeşme ya da cami kitabesiyle karşılaşacağı İstanbul’un eski semtlerinde yaşamıyor. Meraklı olan zaten öğreniyor. Kimse kimseyi tutmuyor öğrenme diye. Bu ayrı bir dil değil, sokakta konuşulan bir üslup da değil. Bir dönemin yazı dilidir. Okullarda zorunlu olsun deniyordu; iyi de bunu kim okutacak? Böyle bir öğretmen kadromuz yok. Bugünkü eğitim şartlarında böyle bir kadronun yetişeceği de yok. Meraklı olan kendi imkanlarıyla hocasını ya da kitabını arayıp bulup öğreniyor zaten. Felsefe okuyan kaç kişi var ki Osmanlıca bilince eski felsefe müktesebatını karıştıracak? Bu mesele siyasi rant devşirmek için kullanılıyor, niyet halis olmayınca akıbet de hayır olmuyor. Tarih bölümünden mezun olanlar bile doğru dürüst öğrenmeden mezun oluyor. Bunlar kişisel ilgi ve merak isteyen işler.
“Sıradan insanların tarihi” diye bir şeyden bahsetmek mümkün mü? Evet bugün kralları, soyluları yahut burjuvayı tanıyor, yaşamlarını en ince ayrıntılarıyla okuyabiliyoruz. Fakat yine aynı dönemde yaşamış, halkın içinden sıradan bir insan da “tarih”in konusu olabilir mi?
Tarihçiler altmış yetmiş yıldır sıradan insanların tarihiyle ilgileniyor zaten; bunlar yazılıyor. Ama bunu devlet okulda okutmaz. O yüzden varlığından haberdar değilsinizdir. Devlet için önemli olan devletin tarihini öğretmek ve devlet adamlarının hayatlarını anlatmak. Böylece bugünkü devlete ve devlet adamlarına olan hürmet ve prestij devam edecek. O yüzden okullarda Osmanlı Tarihi padişah merkezli anlatılır. Halbuki sıradan insanların tarihi de var. Bunun farklı alt alanları var; sosyal ya da toplumsal tarih diyoruz, mikro tarih diyoruz. Bunu merak ediyorsanız kütüphanelere gideceksiniz, paranız varsa kitapçılara bakacaksınız. Ama devlet okullarında bu öğretilmez.