Abdestlerimizi tazeledik. İkindi namazını yeni imanla tanışmış kardeşlerimizle birlikte kıldık. Onlarla aynı safı ve secdeyi paylaşmak da ayrı bir hazdı doğrusu… Onların hangisi abdest aldı? Nasıl namaz kıldılar? diye de sormayacaksınız biliyorum. Allah için eğilmiş başlar vardı. En unutulmaz secdenin mekânı olarak.
Burkina Faso’ya ulaşalı çok geçmemişti. Bir Perşembe günü köyün birisine hidayet törenine gideceğimiz söylendi. Methini duyduğumuz ama tadını bilmediğimiz özel bir tören için yola çıktık. Ben Burkina Faso haritasına bakınca, mesafelerin çok yakın olduğunu düşünürdüm. Ama buna da alışacağız. Çünkü yollar bildiğimiz cinsten değilmiş meğer. Mesafe de öyle.
Daha sonradan öğrendiğimiz köyün hikâyesi de bir o kadar çarpıcıydı. Bir yıl önce bölgede yaşayan Müslümanlar için bir miktar Kurban hediyesi gönderilmiş. Giden ekibin başında bulunan Burkinalı ve adaşım olan bir kardeş, etleri dağıtır. Bakar ki aynı garibanlığı paylaşan ama Hristiyan olduklarını öğrendiği diğerleri de orada yaşamaktadır. Onları bir poşet etten mahrum bırakmanın çok da olmayacağını düşünür ve onları da nasiplendirir. Köylüler, bu olay karşısında cidden şaşkın bir halde bakakalırlar. Zira tanımadıkları ve farklı dine mensup olan kişiler tarafından kendilerine bir şeyler verilmiştir. Oysaki bunların babadan kalma dinleri Hristiyanlık değil. Onlar bu dine kendilerine peşinen teklif edilen para vb. maddi imkânlar hatırına girmişlerdi. Uzaklardan gelen beyaz adamın elinde tuttuğu İncil bedava ulaşmıyordu onlara. Şimdi şartsız ve beklentisiz etler, ulaştı ellerine.
Bizim Haşim, onlara kendilerinin Müslüman olduklarını, bu Kurbanın Türkiye’deki kardeşleri tarafından hediye edildiğini anlatır. “Müslüman olursanız size de et var!” demez. Ama onların da İslam’a girmesiyle hem bizlerin memnun kalacağını, hem de kendilerinin hak dine girmiş olmaktan dolayı mutlu olacaklarını anlatır.
Aradan birkaç ay geçer ve köyden haber gelir. Köylü, köy kralıyla beraber İslam’a girmek istiyor. Benim ilk katıldığım hidayet töreni olsa da ekibimizin katılacağı ve mühtedilerin Hristiyanlardan oluşacağı ilk grup bunlar. Ağaçların arasında, kurak ve tozlu bir yere ulaştık. Çevredeki dağınık evlere bakılınca köy bile demek zordu. Öğle namazı vakti olmuştu. Bizim için özel hazırlanmış bir mescitte namazımızı kıldık. Burada daha önce böylesi mescit hiç olmamış. Bölgede böylesi törenlerin baş mimari İbrahim isimli bir mücahit ruhlu kardeş var ki, onun eseri olmalı… Çevresi hasırdan kapatılmış, zeminine ince kum serilmiş, seccadelerin hazır edildiği özel ve özenilmiş bir mescide girdik.
Hayatımın en uzun ve en lezzetli namazını kıldım. Genç bir imam vardı önümüzde. Kıyamı uzun, secdeleri alnınızı yere koyduğunuzu hissettirecek miktardaydı. Belki on beşi geçen ve sindire sindire söylenmiş tesbihatlar… Sanki bu güne kadar bu köyde cemaatle kılınmamış namazların, okunmamış ezanların öcünü alır gibiydi. Çevreyi kuşatan o büyük ağaçların gölgesine birer iman abidesini diker gibiydi.
Burkina Faso deyince benim aklıma, secdenin lezzeti ve bu lezzetin etkileri gelir. İki delikanlı bu olaydan aylar sonra Müslüman olmak için gelmişlerdi. Bunların birisi, beraber çalıştıkları arkadaşlarının namazına hayran kaldığını ve bu namazın tadına bakmak için onlarla namaz kıldığını anlatmıştı. Kıldığı namazlardan çok haz aldığını ve bu aldığı lezzet neticesinde İslam’a girmeye karar verdiğini söylemişti. O diyarlarda secde böylesi bir ayraç.
Öğle namazımızındın sonra köyün kelime-i şehadet talimine tanık olduk. Tedirgin, utangaç ve mütebessim çehreler… Sonra teşekkür konuşmaları… Ellerinde var olanın en iyisini ikram yarışları… Tam olarak yiyemesek de yiyormuş gibi görülerek onlara eşlik ediyoruz. Sonra biz abdestlerimizi tazeledik. İkindi namazını yeni imanla tanışmış kardeşlerimizle birlikte kıldık. Onlarla aynı safı ve secdeyi paylaşmak da ayrı bir hazdı doğrusu… Onların hangisi abdest aldı? Nasıl namaz kıldılar? diye de sormayacaksınız biliyorum. Allah için eğilmiş başlar vardı. En unutulmaz secdenin mekânı olarak.
Anladım ki secde ne kadar uzun olursa, tadı da o kadar kalıcı olurmuş…