M. Nedim Tan
Mahmud Erol Kılıç, Evvele Yolculuk (Konuşan: Sadık Yalsızuçanlar), Sufikitap, 2008
İlk ve son olan, görünen ve görünenin ötesinde sayılan bir Hakikat... Kur’ân’ın bilinen bir âyetinde buyurulduğu üzere: “Evvel [İlk ve öncesiz], Âhir [Son ve sonrasız], Zâhir [Görünen, Kendini gösteren] ve Bâtın [Görünenin ötesinde] olan O’dur.” (Hadîd, 57/3) Hayat O’nunla baş-lar ve nihayetinde tekrar O’na döner. Varlık adına ne varsa, hepsi O’nun kendini göstermesidir, O’nun zuhûrudur ve O, hem her şeyde kendini gösterir hem her şeyden ötedir... İnsanın varlığı kavramak adına ulaştığı ve ulaşabileceği en üst sınırı anlatır bu âyet. Mutlak Hakikat’in çekim gücüne kendini kaptıran zihinler bu âyetle büyülenirler. Bu âyet insanlık tarihinin hakikate dair işittiği en net beyanlardandır aynı zamanda. Mânevî hayat denilen şey de, bu beyanda dile gelen hakikatle insanın tanışma serüvenidir, bir bakıma Evvel’e yolculuktur. Çünkü Evvel’i bulama-yanın Âhir’i bilemeyeceği, bu yüzden de hakikate eremeyeceği kabul edilir.
İşte bu tema çerçevesinde, tasavvuf denince hatıra gelen isimlerden Mahmud Erol Kı-lıç’la uzun soluklu bir söyleşi yapılmış, ismi Evvel’e Yolculuk. Kılıç’ın dile getirdiği gibi: “Son başta gizlidir, baş da sonda.” (s. 37) Başlangıç ve sonun esrarengiz bütünlüğüne atıflar içeren bu söyleşi, eğer hayatı hamlıktan olgunluğa doğru yönelmiş bir serüven olarak görmek emelindey-sek, kadim hikmetin bize ne türlü imkanlar sunduğuna ilişkin ipuçları aktarıyor. Aşktan, birlik sırrından, varlığın mayasından, ilkelere dönüp o ilkeler çerçevesinde bir mânevî disipline katıl-maktan söz açıyor. Tasavvufun, bir yol ve yolculuk demek olduğunu anlatıyor. Duymaya alışık olmadığımız, gitgide de uzaklaştığımız kavram ve konular, bu söyleşilerde yoğun atıflarla çıkı-yorlar önümüze. İslâm denince tasavvufî perspektifin olmazsa olmazlığı sergileniyor. Çünkü, diyor Kılıç: “İnsanın bu İlâhî yönüne tasavvuftan başka temas eden din ilmi kalmamıştır. İnsanı tanrılaştırma tehlikesinden kaçınmanın ölçüsü kaçınca bu sefer başka bir tehlikeye düşülmüştür. Bu da İslâmî ilimleri son zamanlarda gelenekte hiç olmadığı kadar maddeci bir konuma getirmiş-tir.” (s. 20)
Söyleşileri okurken, ilkelerden kopmanın ne tür savrulma ve çatlamalara sebep olduğunu farkediyoruz. Müslüman dünyanın içine düştüğü çıkmazlarda, ilkelerin hakkını vermemenin büyük bir payı olduğunu anlıyoruz. Nitekim Kılıç, bir söyleşide şu dikkat çekici tespite iletiyor muhatabını:
“Günümüzde bazı müslüman ekoller dini o kadar politik, o kadar sosyolojik hale getirdi-ler ki, bireyi öldürdüler. Dinin içerisinde hiç hususi alan kalmadı. Her şey cemaat bazlı oldu. Şunu bilelim ki cemaat önemlidir, ama fertlerden müteşekkildir. Ferde yatırım, ferdin tekamülü-ne göre yatırım yapılmıyor, cemaatler, dernekler, vakıflar oluşturmakla meşguller.” (s. 95)
Okurlar hatırlayacaktır: Dergimizin 27. Sayısında, Ercan Alkan’la Tasavvuf Seni Çağırı-yor isimli röportaj çalışması üzerine söyleşmiştik. Evvele Yolculuk’un da, tasavvuf konularına bir başlangıç olma açısından Alkan’ın çalışmasıyla bir bütünlük arzettiğini söylemiş olalım...