Allah’ı bilmeden bilmek mümkün mü? Bu soruyu çok önemsiyorum. Bilmek kelimesinin kökünün bil- değil “il” olduğunu ilmek ilmek zihinlere örmek istiyorum! İlginizi çeker mi bilmiyorum ama bilgilenmenizde fayda var!
Selamün Aleyküm!
Selamun mu selamün mü, sen bunu düşünürken işte köşemizde yine birlikteyiz!
Kelimelerin köklerini yine ortaya dökmeye, hâlihazırdaki hâkim dil anlayışının yanlışlıklarını çökertmeye, gök ile kök arasındaki irtibatı çarpık kuranların tahtlarını sökme niyetiyle devam!
Burada, bu köşede nasıl bir usûl takip edeceğiz?! Kelimelerin peşine düşüp gideceğiz inşallah!
YÖK’ün konumuzla pek alakası olmadığını biliyoruz! Zaten pek bilimle de alakalı bir kurum değil YÖK! Hattızatında bilimle irtibatımızın her şeyin merkezinde olanı göremez olduğumuzdan beri koptuğunu da söylemeliyim! O’nunla irtibatı koparmanın, kelimenin tam ve bütün anlamıyla bilmemek anlamına geleceğini de açık ve seçik bir şekilde söylemek istiyorum!!
Allah’ı bilmeden bilmek mümkün mü?
Bu soruyu çok önemsiyorum. Bilmek kelimesinin kökünün bil- değil, “il” olduğunu ilmek ilmek zihinlere örmek istiyorum! İlginizi çeker mi bilmiyorum ama bilgilenmenizde fayda var!
Arapçadaki ilim aklınıza gelecek ama onun bununla aynı kökten geldiğini söyleyemem! Zannım ve bilgim o yönde ki, ilim ile bilim farklı dillerin kelimeleri! Belki çok derinlerde, köklerde bir akrabalık vardır ama o kadar zorlamayalım! En azından bilginin kökünün il olduğunu anlatmaya çalışırken ben ilim gelmesin aklımıza!
(Kardeşim, zaten gelmiyordu, sen düşürdün diyorsan bir şey diyemeyeceğim, biraz yüzüm kızararak!)
Kâinatta ilgisiz, ilişkisiz hiç bir şey yok! Varlıkların bir şeylerle ilişkisi olduğunu herkes bilir. Vapurun denizle, balığın suyla, partinin genel başkanla, paranın değerle, öğrencinin okulla, gazetenin yalanla, uykunun rüya ile...
Evet, bunlar ve her şey birbirleri ile ve daha birçok şeyle doğrudan veya dolaylı bir şekilde ilişki içerisinde.
Size burada kelebek etkisi teorisini anlatacak değilim!
Benim amacım daha radikal, daha irticaî, daha köklere gitmek!
İstiklal köklerdedir!
Geleceğimizin güzel Hamzaları için gayret sarf eden sevgili editörümüz Lütfi Arslan “gök sofralarından beslenenlerden olmak gerekir” diyordu bir yazısında. Ben de ona muhalefet olsun diye gök değil, kök sofralarından beslenmek lazım diyorum!
İşin latifesi bir yana, hem gök sofralarından hem de kök sofralarından beslenelim. Yeter ki ortada bir sofra olsun, ona bir şey olmasın! Meğer Lütfi Ağabeyimizin bahsettiği gök sofraları bizim bildiğimiz yemek değilmiş. O bu cümleyi Muhiddin Arabi’den almış. Muhiddin-i Arabi’nin gök sofralarından beslenenler diye tarif ettiği kişiler meğerse geceleyin teheccüd namazına kalkanlar imiş.
Editörümüzün sözünün bir dayanağı var, güzel! Hadi ben n’apacağım şimdi. Destursuz Arabî bağına da giremem ki. Girsem de hemen bir şey bulamam! Hem bu işler biraz da nasip meselesi...
Tamam, editörüme takılmayı bırakıp işime döneyim.
Varlıkların, nesnelerin, eşyanın birbiri ile ilişkisi gizli değil!
Fakat bir de eşyanın hakikati diye bir şey var!
Bu seküler bir insana nasıl anlatılabilir ki?
Üstelik eşyaya pek değer vermediğini dilinden düşürmeyen biz dindarlar böyle demekle eşyaya değer vermiş gibi görünüyor da olabiliriz? Neden olmasın?
Hayır! Allah kimseye eşyaya ederinden fazla değer verdirmesin! Eşyanın, malın, mülkün tuzağından bizleri berî eylesin!
Düşünsenize eşyaları, nesneleri kutsallaştırarak eşyaya ederinden çok değer verenleri...
Söylemesi kolay ama!
Sözü uzatırken öze gelemeyeceğim korkusundan kendimi alamıyorum.
Efendimizin “Allah’ım bana eşyanın hakikatini öğret” diye dua ettiğini biliyoruz.
O eşyanın hakikati nedir ki peygamberimiz onu Rabbinden öğretmek istiyor. Zannım odur ki bu, her varlığın Allah ile irtibatını bilmektir. Her şeyde, her yerde onu görebilmek, görünenlerin O’nun işareti, göstergesi, ayeti olduğunu fark edebilmektir!
Bunu böyle söyleyebilmek kolay belki fakat bunu fark edebilmek kolay değildir! Bunu söyleyen ben kendim de bunu yazarken çok da söylediğim şeyin boyutlarının farkında olduğumu zannetmiyorum!
Allah’ı var olarak bildikten sonra varlıkla Allah arasında bir ilişki olmadığını düşünmek mümkün değil.
Ve her şeyin O’na bağlı olduğunu fark etmemek mümkün değil...
İşte bu ilgiyi kurabildikten sonra ardından eşyanın başka varlıklarla ilişkisini kurmaya geliyor sıra. Bu ilgiyi kuran ben’in b’sinin kelimenin başına geldiğinde- bu kelimenin kökünü kelimenin ortasında arama işini, dolayısıyla kelimelerin başındaki sessiz harfleri de kelime kökünü ararken kaldırdığımızı köşemiz başladığından beri özellikle uyguladığımızı dikkatli okur fark etmiştir- o eylemi gerçekleştiren 1. tekil şahıs anlamı kattığını söylemeliyim. Bunu nereden mi çıkarıyorum. Benim o ilişkilerle irtibatı kurmamı ifade eder b’nin oraya gelmesi! Ve bilgi sen o evrene girmedikten sonra ortaya çıkacak bir şey değildir!
Tabii biraz daha konuyu derinleştirip keşfî bilgiden de bahsetmek mümkün ama ona benim gücüm pek yetmez!
Rabbim bilgilerimizi silinecek gereksiz bilgilerden etmesin diyelim de bu konuyu dilimizde pelesenk eder bir hale getirmeyelim.
Pelesenkin neyin nesi olduğunu şimdi merak ettik ama yanımda yöremde düzgün bir sözlük olmadığı için sözlüğün olmadığı yerde bilip bilmeden konuşan biri olmayayım.
Dergiler derler!
Dergimiz Genç birçok genç fikrin, çabanın sergisi. Biz burada dinamik bir ekip derliyoruz hayattan tanık olduğumuz parçaları. Yergi yaptığımız da oluyor ama az. Yanlışa karşı yergide bile dikkatliyiz. Dikkatli olmak zorundayız!
Türkler düğün dernek kurarlar. Derlenip toparlanırlar. Derdimizle bir alakası yok, çünkü dert farsça anladığım kadarıyla. İlkin Arapça zannediyoruz ama bu da bizim dinciliğimizden gelen bir zaafımız herhalde!
Dermanımız da dergah kapılarında durmak mıdır?! Öyledir! Dergahlar da kapıları da kapatıldığı için mazeret uydurdun Asım kardeş, ama bir yere kapılanmadın gitti!
Dolap beygiri misin, dolaplar çevirip duruyorsun hain nefs! Dersini bulmalısın! Dereceni yükseltmek için alt derecede de olsa bir derecen olmalı! Ama bunlar Arapça kardeşim! Her ne varsa yapılacak Türkçe yapmak isterim!
Türkçe konuşulur, konduğunda sözünle kendini ortaya koymuş olursun! Kuş gibi konarız aslında sözlerimizle. Ve tek başına konuşana, kendi kendine konuşana deli derler, bilir misin Asım! Deli neyi delmiştir, buna dalmadan, konuşan mantığını çalıştırmak durumundadır!
Mantık Arapların konuşuşudur! Türk’ün konuşması da mantıktır elbette! Diyalektik bir şeydir konuşmamız! Dia logos’tur! Türkçe konuşulur, Müslümanca yapılır! Müslümanlığa yapışılır! Yapışmazsan apışıp kalabilirsin! Başkaları senin hakikatini kapışmaz merak etme! Herkesin hakikati kendisinde! Ama benim adım Paul Coelho değil! Çaldığımı Mesnevi’den çalmış değilim! Miri malı kaldırıldı cumhuriyetle, öyle midir efendiler?
Müslümanca yapmazsan, İslam’a yapışmazsan saparsın, sapıtırsın! Apansız oluverir her şey, anlayamazsın bile!
Yapa yapa tapacağına taparsın! Tapduk Emre de tapmıştı! Onu tapşıran(bulan) Yunus Emre de tapmıştı.
Uçtun yine deli gönül!