Dünyada her gün dengelerin değişmesi, tarafların saf değiştirmesi Ortadoğu için öyle kolayca “burası bataklık çıkıp kurtulalım ya da yaklaşmayalım” söylemiyle izah edilemez. Varlığımızın baba mekânı olan böyle bir coğrafyayı ‘bataklık’ diye nitelendirmek baba ocağını inkâr değil de nedir?
19. yüzyılın ortalarından beri deniz aşırı yayılma politikaları izleyen Avrupa devletleri, özellikle İngiltere ve Fransa, Avrupa’yı merkez ittihaz ederek buranın doğusunda kalan dünyayı üçe ayırdılar: Yakın Doğu, Ortadoğu ve Uzak Doğu. Acılarla dolu yakın geçmişi ve bugün yaşanan olayları yalnızca kendi içlerinde yaşanan siyasi ve askeri faktörlerle açıklamaya çalışmak, Ortadoğu coğrafyasının son iki yüzyıllık tarihini yanlış tanımlamak olur. Bölgenin temel dinamikleri derinlerde yatıyor. Kurtuluş savaşları, devrimler, antiemperyalist mücadeleler, kitlesel muhalefet bu zorlu coğrafyanın sadece birkaç dinamiği. Her gün dengelerin değişmesi, tarafların saf değiştirmesi öyle kolayca “burası bataklık çıkıp kurtulalım ya da yaklaşmayalım” söylemiyle izah edilemez.
Bugün, Ortadoğu diye tanımlanan coğrafya dışarıdan dağınık, karmaşık bir tablo olarak karşımıza çıksa da bu dünyanın farklı birimlerini ortak bir paydada birleştirmemizi mümkün kılan en esaslı etken İslamiyet’tir. Batı’nın bu coğrafyaya ne getireceği veya şimdiye kadar ne getirdiği sorusuna hâlâ esaslı bir cevap bulunamamıştır. Batı medeniyetinin dini Hristiyanlık, bugün için siyasal ve maddi bir toplumsal örgütlenmeyi öngörme yeteneğinden yoksundur. Batı adı altında toplanan laik ve profan (kutsal dışı) anlayış, Doğu’nun alternatifi ve üst değeri olarak algılanamaz. Hristiyanlık Batılılar için modernliğe katkıda bulunup, ona uyuma getirdiği kolaylıklar ölçüsünde kabul görüyor, yoksa Batı içinde Hristiyanlığın bir din olarak yeri yoktur.
Madem Ortadoğu İslam’dır; merkezinde tevhid olan bir dinin genel tablosunda tutarlılık, birlik ve uyum değil; kırılmışlık, dağınıklık ve parça bölük unsurların birbirlerine karşı aykırılık içinde bulunmalarının sebebi nedir?
Osmanlı başta olmak üzere İslam ülkelerinin son iki yüzyıllık tarihinde ‘kurtarıcılar’ ya jakoben (tepeden inmeci) kimlikleri benimsedi ya da asker kökenli liderler baş tacı edildi. Suriye ve Irak’ta 1960 yıllarından itibaren tek parti yönetiminin ideolojisi durumundaki Baasçı hareket bu anlayışın bir neticesiydi. Öte yandan yaygın sömürgeci şartlar, Bir kısım Arapların toplumsal bilincinde sosyalizm ve milliyetçilik ideolojilerini doğurdu. Peki, zengin bir tarihe, köklü bir kültüre sahip Ortadoğu coğrafyası, Batılı oryantalistlerin ve onların izdüşümü bazı yerli aydınların iddia ettiği gibi bataklık mıdır?
Semavi dinlerin beşiği, peygamberler diyarı olan bu bölge, bir dünya savaşının da yuvası. Yeni bir dünya arayışının çalkantıları, yeni bir dünyanın doğum sancıları burada çekiliyor. Ortadoğu dünyanın en değerli noktası, yerkürenin başka hiçbir noktası ile kıyaslanamayacak ölçüde değerli. Ortadoğu dünyanın en önde gelen bağlantı noktalarından biri; Asya ile Avrupa, Asya ile Afrika bu bölgede birbirine bağlanıyor. Akdeniz, Hint Okyanusu ile bağlantısını buradan sağlıyor. Rusya sıcak denizlere en kestirmeden bu bölgenin karasularından çıkabiliyor. Dünyanın en önemli su yolları, Süveyş Kanalı, Hürmüz Boğazı, İstanbul ve Çanakkale Boğazı bu bölgenin sınırları içinde kalıyor.
Sasanileri ve Bizanslıları alaşağı ederek yepyeni bir tarih çığırı açmış olan İslamiyet’in kaynağı bu bölgedir. İslamiyet burada doğmuş, Sasani İmparatorluğunu yıkarak Asya içlerine buradan sarkmıştır. İslam orduları buradan yola çıkarak Kuzey Afrika’yı baştanbaşa katetmiştir. Osmanlı ecdadımız burada denetim sağladıktan sonra Viyana önlerine dek Orta Avrupa’ya uzanmışlardır. Haçlı seferleri Avrupa’dan başlatılmış ve Filistin’e inmiştir. Yaklaşık iki yüzyıllık bir tarih içerisinde dokuz sefer ile Hristiyan ve barbar Avrupa bu coğrafyaya musallat olmuştur. Hristiyan Avrupa’dan çok önce, Batı’nın kültürel ve kurumsal dokusunun oluşmasında harcı bulunan Roma İmparatorluğu, imparatorluk haline gelebilmesini bugünkü Mısır, Filistin, Ürdün, Suriye ve Türkiye topraklarına yani Ortadoğu’ya yayılmasına borçludur.
Petrol nasıl günümüz medeniyetinin maddi enerji kaynağı ve en çok çıktığı yer Ortadoğu ise, manevi enerji kaynağının kökleri de bu bölgededir. Ortadoğu’ya egemenlik bu nedenle dünyanın maddi enerji kaynaklarının yarısı üzerinde, daha da önemlisi manevi enerji kaynaklarının da üzerinde denetim imkânı sağlamaktadır. Varlığımızın baba mekânı olan böyle bir coğrafyayı ‘bataklık’ diye nitelendirmek baba ocağını inkâr değil de nedir?