![](resimler/makale/buyuk/353_040420211125_309078170.jpg)
Dünya bol oyunlu ve yorucu. Bazen kim olduğumuz, nerede durduğumuz, ne hissettiğimiz kendimize bile yabancı kalıyor. Hâl böyle iken yaşamayı ve zamanı kaçıran mahluklar olarak andaki huzuru ve Ramazan gibi özel dönemleri ıskalıyoruz. Bu sebeple bu satırları Ramazan öncesinde yazmak benim için ayrıca kıymetli.
Ramazan’ın ne kadar kıymetli bir ay olduğunu, ona hazırlık mahiyetinde hissettiğim diğer iki aya bakarken anlıyorum. Üç aylar diyoruz ama kapanışı Ramazan yapıyor. On bir aya sultan oluyor. Bu yüzden Ramazan’ın aslında aniden gelmemesi gerekiyor. Hissetmediğimiz, anlamadığımız, ne ara geldi ne ara gidiyor dediğimiz bir şey olmaması gerekiyor. Ama dünya bol oyunlu ve yorucu. Bazen kim olduğumuz, nerede durduğumuz, ne hissettiğimiz kendimize bile yabancı kalıyor. Hâl böyle iken yaşamayı ve zamanı kaçıran mahluklar olarak andaki huzuru ve Ramazan gibi özel dönemleri ıskalıyoruz. Bu sebeple bu satırları Ramazan öncesinde yazmak benim için ayrıca kıymetli. Bunca yoğunluğun, koşturmanın arasında kendime “dur biraz, bak ne geliyor” demiş oluyorum. Gözümü kapatıp “Ramazan” kelimesini zihnimde döndürmeye çalıştıkça farklı görüntülerle karşılaşıyorum.
Bunlardan ilkinde çocuğum. Gecenin bir vakti annemle babam kalkmış yemek yiyor. Yarın tüm gün yemek yemeyecek olmaları fikrinden tuhaf bir mutluluk duyuyorum. Kendini kendi iraden ile bir şeylerden mahrum etmek, bunu kabul etmek başlı başına bir devrim gibi geliyor. Yemek var ama yemiyorum, acıkıyorum ama dayanabilirim, hayatım aynı ama değil. Çocukların tuttuğu öğlen oruçlarından hiç tutmadım sanırım. Kendimi hazır hissettiğimde, bizimkilerin uyarı ve ısrarlarına rağmen tam gün oruç tutmaya çalışmıştım. Benim için verilen nimetleri, bana veren için dokunmadan seyretmek başlı başına bir şükür gibi gelmeye başladı. Çok eğlendim oruç tutarken. Evdekilerin uyanmayayım diye gizlice kalkıp kurduğu sahur sofralarına bile isteye minik baskınlar düzenledim. Saat kurmadım da içim uyandı.
Sonra gözümde canlanan görüntülerden biri kardeşim gibi sevdiğim bir dostuma ait. Doğuştan şeker hastası. Kan şekeri aniden düşüp hızla yükseliyor ve yediği her şeye karşı hassas. Uzun yola çıktığımız bir gün yanımda kendinden geçiyor. Başka bir arkadaşımız gece uyurken düşen şekeri yüzünden nasıl hastaneye kaldırıldığını anlatıyor. Hepimiz ilacını aldı mı, telefonu her daim açık mı diye ailesi gibi merak ediyoruz. Bir yere giderken çantamıza çikolata, meyve suyu gibi şekeri düşerse diye toparlayabileceğimiz şeyler alıyoruz.
Özetle, sevdiğimiz insanın özel durumunu göz önünde bulundurarak yaşamayı öğreniyoruz. Beraber iftar bile yapıyoruz. Dostumun oruç tutamadığı aklıma bile gelmemiş. Yanımızda yiyip içmemiş, ilaçlarını gizlice almış ve iftar sofralarında bizim gibi bekliyor. Onları ağırlayacağımız bir gün pide kuyruğunda beklerken burnuma gelen susam kokusuna takıldım. Oruçlu olmasaydım susamın bu kadar güzel koktuğunu fark etmeyecektim diye düşündüm. Sokakta top oynayıp kan ter içinde eve gelince içtiğim suyun dünyanın en lezzetli suyu olduğunu hatırladım. Mahrum kalma ..................................................................................