Yunus Emre Tozal
Gençler, şunu aklımızdan çıkarmamalıyız; Allah bizi yeryüzüne halife olarak gönderdi. Ne demektir halife olmak? Elbette sorumluluk yüklenmektir. Hakikat yolu için çileye talip olmaktır. Daha açık ifadeyle bizim Cenab-ı Hakk’ın Arz’ında halife olmamız, Allah’ın hükümlerini icra ve kanunlarını tatbik etmesi için mücadele etmemizdir. Çünkü biz şuna inanıyoruz, kurtuluş ancak İslam’dadır. Bu yüzden insanın halife olmasını, Allah’ın koyduğu kurallar ve kaideler ile anlamak ve çevremize de anlatmak gibi bir görev ve sorumluluğumuz var.
Krallar Duymasın Çok Kızar
Bizler hayatımızdaki tüm eylem ve davranışlarımızı İslam’a göre tanzim ediyor ve tatbik ediyoruz. Peki, İslam bir insanın hayatını nasıl düzenler, inşa eder? Gelin Peygamber Efendimiz dönemini hatırlayalım. Peygamberimiz İslam’ı açık açık tebliğ etmeye başladığı ilk yıllarda hepinizin bildiği gibi Müslümanlar çok zorluk çekti. Bir insanın nasıl Müslüman olduğunu ve nasıl İslam’a gireceğini öğrenen Mekkeli müşrikler, Kelime-i Tevhid’i duyar duymaz çileden çıkmışlardı. Kelime-i Tevhid neden bu insanları çileden çıkarmış olabilir? Çünkü Kelime-i Tevhid’in anlamını çok iyi biliyorlardı. Kelime-i Tevhid’in içerdiği mananın farkındaydılar ve hayatını tamamen İslam’a göre düzenleyeceklerini çok iyi anlamışlardı. Hatta Bedevilerden biri Kelime’i Tevhid’i duyunca Peygambere:
“Ey Muhammed, senin bu sözünü krallar duymasın çok kızarlar.” demişti. Dolayısıyla Kelime-i Tevhid, bir anlamda dünyadaki tüm ilahları (yani ilah olarak tapınılan her şeyi -makam, mevki, takım vd.), kendisini ilah olarak gören herkes de dâhil olmak üzere reddederek bir olan Allah’a iman etmek demektir. Sadece Allah’ın dedikleriyle hayatını inşa etmek; sadece Allah’ın dedikleriyle yaşamak ve çevresindekileri de bir halife olmanın bilinciyle her daim hakikate davet etmeye çaba göstermek; bu yolda olmak demektir.
Allah için Sevmek ve Buğzetmek
İşte dinimiz İslam, daha ilk adımında insanı inşa etmeye başlıyor ve hayatını tüm insanlığa ve kendisine faydalı olacak şekilde düzenliyor. Peygamberimiz Müslümanları Mekke’de şöyle uyarmıştı: “Bir kötülük gördüğünüz zaman elle düzeltin. Buna gücü yetmezse diliyle düzeltmeye çalışsın. Buna da gücü yetmezse kalben buğzetsin.Bu ise imanın en zayıf derecesidir.”(Müslim, İman 78; Ebu Davut, Salat, 232) Buğzetmeden imanımızı tahkim edemeyiz, yani kelimenin tam anlamıyla kâmil bir mümin olamayız. Buğzetmek, imanın en alt derecesidir bunu biliyoruz ancak günlük hayatta da ne çok unutuyoruz. Buğzetmek, bir Müslüman için çok kıymetli ve önemli olmasına rağmen, bugün bizler karşı olduğumuz; karşı olmamız gereken tavır ve davranışlara gittikçe yaklaşıyoruz. Bakın hayatımızda bizi biz yapan 3 soru var.
Üç Soru
Nerden geldik?
Neredeyiz?
Nereye gidiyoruz?
Bu üç soru çok önemli. Nereden geliyoruz? Cennet’ten geliyoruz. Kalu Bela’da bizlere sorulmuştu, Rabbin kim diye. Elestu Birabbikum demiştik. Seni “Rab” olarak kabul ediyoruz demişiz. Elimizde bir Rab kavramı var. Başlangıçta Rab kullanılıyor yani ilah değil. Nereye gidiyoruz? Ahirete... İşte bize orada soracaklar: Rabbiniz kim? Dikkat ederseniz başlangıçta ve sonda Rab kavramını kullanılıyor. Dünyada ise ilah kavramını kullanıyor kitabımız.
Neredeyiz? Dünyada... İşte dünyada Rab yerine tapınılan her şeye kavram olarak İlah diyoruz. Bu noktada unutmayın, Firavun “Ben sizin en büyük Rabbinizim” diyordu. İlah değil Rab kavramını kullanıyordu dikkat ederseniz. Firavun farkındaydı çünkü, bu yüzden de hükmetmek için Rab kavramını kullanıyordu. Rahmetli Nuri Pakdil ağabeyimizin ifadesiyle antifiravunist olmak, firavun ile mücesses ve müşahhas hâle gelen; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Sorusundaki enaniyetin zirvesinde bulunan insanları, kurumları sevmemek, bunlara düşman olmak da aynı zamanda Müslüman olmanın gerekliliklerindendir. Çift kanatlı kuş uçabilir değil mi? Bizler sadece sevgiyle değil buğzumuzla da varolmak zorundayız. Peygamberimiz bizim en büyük rol modelimizdir, usve-i hasene’dir, onun yolundan yürüyebilirsek ancak hakikate ulaşabiliriz. Peygamberimiz “Beni sevin ki Allah da sizi sevsin” buyuruyor. İsmet Özel diyor ki: Bizim bugün ihtiyaç duyduğumuz şey tam da budur; Müslüman bir zihniyete sahip olmadan yapacağımız ibadetlerin dahi anlamından uzak kalabiliriz. Eğer biz, sadece Allah için sevip Allah için buğzedersek, yani bizi etkileyecek ve çıktığımız yoldan alıkoyacak şeyleri reddetmiş olursak ancak bir kuş gibi kanat çırpabiliriz. Bugün biz kendimize İslami bir zihin çerçevesi, İslami bir gönül alanı temin edememişsek bizim ibadet maksadıyla yaptığımız diğer şeyler, farkına varmadan yaptığımız şeyler haline gelmeye başlar. Eğer biz, imanın en sağlam bağını kurmadıysak, namaz kılmamızda, oruç tutmamızda ve cihat etmemizde bize en faydalı olan gıdayı -hikmeti- almaktan mahrum kalmış oluruz. Allah için sevip Allah için buğzetmek demek, Allah’tan gayrısı için sevmekten geri durmak, Allah’tan gayrısı için buğz etmekten sakınmak demektir... Dolayısıyla bir insanın Allah için sevip Allah için buğzetmesi bir düşünce olgunluğuna kavuştuğunun işareti sayılması gerekir. Bir insan Allah için sevip Allah için buğzetmeyi başarmışsa, bütün insanlık tarihi boyunca aranan, ulaşılmak istenen, onunla donanılmak istenen ahlakî seviyeyi tutturabilmiş demektir...