Selam, Böyle Bitmesin, Ritmini Arayan Kalpler ve son zamanlarda yıldızı parlayan yeni bir dizi Osmanlı Tokadı. Bu projelerin fikir sahibi ve senaristi Necati Şahin ile hem yeni dizisi Osmanlı Tokadı, hem de Müslümanların sanat anlayışı, Türkiye’de dizi ve sinema sektörü üzerine güzel bir söyleşi gerçekleştirdik. Keyifle okumanız dileğiyle…
Osmanlı Tokadı’nda dini motifler var belirgin şekilde… Namaz kılma, ezana saygı…
Dini motif meselesine şöyle bakıyorum: Bunlar zaten üretilmiş şeyler olsa, derdim ki bunları amaçlı koyduk. Üretilmiş durumlar değil, mesela Fatih namaz kılıyordu; (bununla övünenler için söylüyorum) ben onu çok rutin bir olay olarak yazdım. Etkileyici, güzel bir sahnedir ama ben yazarken buraya da bunu vurgulayım diye yazmadım. Bunu rutin bir davranış şekli gereği yazdım. Bir gün sonra taarruza başlayacak komutanın nafile namaz kılmasıdır o ve doğaldır, rutindir. Bu topraklarda namaz kılınmalı mı kılınmamalı üzerine bir tartışma yok. Bu ülkede milyonlarca namaz kılan insan vardır. Ben dizide namaz kıldırmanın bu anlamda büyütülecek bir durum olduğunu zannetmiyorum. Buradan ideoloji devşirmek bana kompleksi geliyor. “Bak biz Müslümanız namaz kılıyoruz.” Önceden yoktu bu durumlar şimdi olmaya başladı diye seviniyor galiba insanlar.
TRT’deki dizide kavga ezan için duruyor…
Ezan okunduğu zaman bütün şehrin sustuğunu bir gözünüzün önüne getirin. Hayal etmesi bile zor. Ama zorla değil bakın sopayla baskıyla değil, ezan okunuyor ve bütün şehir susmuş sadece ezanın sesi var. Herkes işini bırakmış. Bunu çekebilseniz büyüleyici bir şey olur izleyen için, hangi dinden olursa olsun. Buna saygı duyar, çünkü bu müthiş bir iddiadır. Bir vakitten bir vakite geçiliyor ve şu söyleniyor; “Biz bu dünyaya ait değiliz.” Bir insan niye dünya işini bırakır? Dünya işinin her şey olmadığını bildiği için. Böyle baktığınız zaman dizide yeniçerilerin zulümlerine engel olmaları gereken insanlar varken ve hatta onlar onlara zülüm ediyorken dahi ezanda durabiliyor olmalarındaki özgüvenle ilgiliydi, benim o sahneyi yazmamdaki amaç.
Tarih zor bir alan… Piyasada çeşitli Osmanlı dizileri mevcut. Siz de komedi ve tarih üzerine çalışıyorsunuz. Dikkat ettiğiniz noktalar neler?
Muhteşem Yüzyıl diye bir dizi çekildi. Açık söyleyeyim bunu kendisine Müslümanım, İslamcıyım diyenler düşünsün, eğer paraları varsa insan içine çıkamasınlar. Bunca yıldır bir tane düzgün eseri finanse etmişlikleri yok. Bu ülkede gidin Müslüman vasıflarıyla sanat icra etmeye çalışmış herkesten bunu duyacaksınız. Müslüman sermaye dedikleri insanlar bu konuda son derece umursamazdırlar. Ben Kanuni Sultan Süleyman’ı umursadıklarını da düşünmüyorum. Ancak yapılınca reaksiyon verme düzeyinde. Kanuni dizisi yapıldı, adam Gerçek Kanuni diye kitap yayınladı. Karşı taraf harekete geçirmiş seni. Zaten 1-0 yeniksin. Madem Kanuniyi bu kadar çok seviyorsun yapsaydınız dünyanın en önemli sinema filmlerini.
Utanç verici olan biz Selahattin Eyyubi’nin ne kadar saygın bir insan olduğunu “Cennetin Krallığı” adlı filmden öğreniyoruz. Bir Hristiyan’ın filminde yani. Adamlar bunu yapıyorlar biz bunu yapamıyoruz. Hiçbir şey yapılmamış bugüne kadar. Mesut Uçakan’a gidin sorun adamcağız her şeyi zorla yapmış. En kötü imkânlarla hem de. Birilerinin önüne ideolojik bir şeyler yapmaları için imkânlar seriliyor, bu kadar Müslüman zengin adam var ve bu adamlar reklam için çok büyük paralar harcıyorlar. Bunlar o ehli kanallara, dergilere, gazetelere çok büyük reklam bütçeleri harcıyorlar. Bunun çok küçük bir kısmıyla inanılmaz filmler çekilebilir. Bu yapılmaz, olmamıştır hiç.
Osmanlı’yı çok sevme sebebim budur. Şehirli Osmanlı zihniyeti dedikleri yapı, Bursa’ya Ulu Cami’yi yapan zihniyet. Konya evlerini yapan zihniyet. İstanbul’daki Şehremini inşa eden zihniyeti yaşantıyı inşa eden zihniyet. O çarşı anlayışı, çarşı adabı... Sanata sanatkâra olan saygıları... Sanata katılımcılıkları... Tekkelere gidip diz kırmaları, ilahi dinlemeleri, gazel dinlemeleri... Çok basit söylemek gerekirse, siz bugün, bir Müslüman babanın Müslüman oğluna, bir Dede Korkut masalı anlattığını, öğrettiğini, gördünüz mü hiç? İki nesil geriye gidin. Anneannelerde, dedelerde ne masallar vardır. İşte o masallar nebilerin nübüvvet makamından gelen masallardır. Bu anlamda ben eleştiriyi gerçekten yapılmasını isteyen insanlardan geldiğinde kabul ederim. Öbür türlü eleştiri bana çok işe yaramaz geliyor. Ben bunu hissetmeye ilk Onur (Ünlü) film yapmaya başladığında başlamıştım. Çok şaşırıyordum. Onur o konuda çok umursamazdı, demek ki adam biliyormuş fıtratlarını. Asıl alıcılar zaten oralarda bile değiller. Osmanlı Tokadını seven birisi, oturup izleyen birisi, bu eleştirileri ne duyuyordur, ne okuyordur.
Osmanlı kültürüne sahip çıkma sebebim, Osmanlı olması değil. Osmanlı kültürü dünya üzerindeki en Allahlı kültürdür. Her zerresine Allah işlemiş bir kültürdür. İlk gününden beri bu böyledir. Benim gördüğüm budur... Her yaptıkları binada, taşta, yolda Allah lafzı var. Her fetihlerinde Allah lafzı var. Ne zaman bu lafzı bırakmışlar o zaman yenilmişler zaten.
Dizideki Akşemsettin karakteri… Yol gösterici, manevi önder vurgusu var gibi…
Dizide iki karakter var. Akşemsettin hazretleri ve günümüzdeki Şemsettin Ak. Şemsettin Ak, Akşemsettin değildir. Günümüzdeki Fatihlerin neden Fatih Sultan Mehmet olamadığını anlatan bir dizi yaparken Şemsettinlerin de neden Akşemsettin olamadığını anlatan bir yapı kurdum. Bir sahnede bizim yeniçeriler Şemsettin Ak’a bir şey yapmamız lazım diyorlar. Aldıkları cevap ise: “Oğlum ben memur adamım, memuriyetimi yakacaksınız” oluyor. Akşemsettin gibi savaşa katılan kelle koltukta bilgelerden maaşını düşünmek zorunda olan kamburu çıkmış adamlara dönüştürülmüştür Türkiye’de insanlar. Korkutulmaya sindirilmeye çalışılmaktadır. Şemsettin Ak da Akşemsettinlik yapmayı öğrenmek zorunda. Benim temelde yola çıktığım yer biraz da Şemsettin Ak karakterinin aslında yol gösterici tarafının eksik olarak kurgulanmasıdır. Neden Fatihler Fatih olamıyor sorusuna “Başımızda Akşemsettin mi var” gibi bir cevap var. Bu çok doğru bir cevap. Ustasız, öğretmensiz hiçbir şey yapamazsınız. Fatih’in Fatih olma sorumluluğunun Aksemsettin’in Akşemsettin olma sorumluluğuyla iç içe geçtiğini düşünürüm ki kaderi mutlakta baktığınız zaman Fatih’in macerasında Akşemsettin’in macerası çok belirleyicidir. Akşemsettin II. Murat’ın hizmetinde de çalışıyordu. Enderun’u çok iyi okumuş bir adam aynı zamanda şehirli. Hacı Bayram Veli Hazretlerine gittiği zaman Hacı Bayram Veli Hazretleri ona bir oyun oynuyor. Şimdi büyük bir zât neden bir adama oyun etsin? Plan Akşemsettin’in Fatih’i yetiştirmesiyle başlamaz. Plan Hacı Bayram Velinin Akşemsettin’i yetiştirmesiyle başlar. Fetih Planı. Ve onun onu yetiştireceği bilinciyle yol gösterilir.
Gerçekten de öyle olur. Fetih de Nisan ayı sonunda Ceneviz gemileri yardım için Osmanlı donanmasını kırıp Haliç’e girmesi Fatih Sultan Mehmet’in atını denize sürme sahnesi vardır. Fethi sonlandırmayı çok ciddi düşünüyor o zaman Fatih. İnancı kırılıyor. Bu noktada Akşemsettin’in bir mektubu var. Fethin olacağına dair cesaretlendiren ve inancını yeniden kazandırdığı bir mektup. Bunun üzerine Fatih gemileri karadan yürütüyor. Bu tarihin kırılma anıdır. İstanbul fetih edilmeseydi nasıl bir dünyada yaşayabilirdik bunu düşünmek zor. Burada işte Akşemsettin’in vazifesi ortaya çıkıyor. Öğretmenin vazifesi gerçekten çok belirleyici, cesaret vermeleri gerekiyor öğretmenlerin.
Müslüman birçok öğretmenim vardı, ben Sezai Karakoç ismini üniversitede öğrendim hem de bir yaşıtımdan. Cahit Zarifoğlu’nu daha da sonra öğrendim. Şimdi bu utançtır tek başına. Bize bir şey öğretmediler. Konya’da lise okudum, Mevlana hakkında bana hiç bir şey öğretemediler öğretmenler. Kendi çabalarımla öğrendim. Mevlana dünyadaki 2. en önemli Müslümandır. Mevlana’yı hafifsiyoruz biraz. En çok bilinen, en çok kitabı okunan, Allah’ın kitabından sonra Mevlana ile ilgili kitaplardır. Bu ülkeden Mesnevi okuyan insan sayısının çok az olduğunu düşünüyorum.
Mesnevi demişken hikâyelerinizde temel aldığınız kaynaklar neler? Mesnevi’den ilham alıyor musunuz?
Mesnevi’den çok fazla yararlanıyorum. Bu dizide değil sadece hayatın her alanında. Bana çok ilham vermiştir. Bir de olayı Mesnevi kitabına indirgemek istemiyorum. Mevlana’nın bütün külliyatının besleyiciliğinden bahsediyorum. Said-i Nursi Hazretleri için de söylenebilir. Risale-i Nur da okunabilir bu anlamda. Nur külliyatı yasaktı diyelim ki bu yüzden okutmadılar bize, ama Mevlana’yı neden okutmadılar? Kendisine Müslüman diyen hocalarım, din hocalarım, edebiyat hocalarım bana niye Mevlana’yı öğretmediler?
Mevlana’yı dünya sanatçısı yapan şey bizden esirgendi. Nazım Hikmet üzerine yapılan şeyleri alt alta yazın bu ülkede. Oyun, film, müzikli oyun, tiyatro... Bir tarafa Mevlana’yı yazın, utanç verici. Nazım Hikmet’i küçümsediğim için söylemiyorum. Adamlar nasıl cesaretlendiriyor insanları, motive ediyor. Sen ne yapıyorsun? Mevlana müzesine gidin göreceksiniz. Müzeye giriyorsunuz, çıkıyorsunuz. Hiç bir şey anlamıyorsunuz. Tasavvuf üzerine, mesnevi, Mevlana, sema üzerine hiç bir şey yok. Temsil kabiliyetimiz çok zayıf. Temsil etmeyi bilmiyoruz. Kendi nezdimizde İslam’ı temsil etmekle ilgili duruşumuz ile oturuşumuzla selam alıp verme ile ilgili temsil kabiliyetimizi kaybetmişiz.
Selam alıp vermeyen bir toplumuz. Müslüman selam alır selam verir her yerde. Garip geliyor bize bu durum. İşte zaten garip dediğimiz durum üzerine kurulu bütün bu karizma. Temsil kabiliyeti, kendi üzerinde temsil kabiliyeti, eseri üzerinde temsil kabiliyeti... Sarık mesela. Sarık bezi kefen bezidir. Buradaki temsilin gücünü bir düşünün. Kefenini başında taşıyor. Yaptığınız her şeyin üzerine Allah’ın adını kazımak. Şimdiki gibi tablo üzerine kazımak değil. Kapısına yazmış, taşına yazmış. Kapıları düşük yapıyorlar ki insanlar kurumlana kurumlana girmesin eğilerek girsinler diye.
Tebliğ temsil ile olur. Temsil kabiliyeti için yollara, arayışlara ihtiyacımız var. Bunun içinde cesarete ihtiyacımız var. Ben sadece bir temsil arayışındayım. Bu bir vesiledir. Ben sadece senarist olmak için yaratılmadığımı biliyorum. Doktor da olabilirdim, avukat da olabilirdim. Bunlar hep temsil kabiliyetimiz, Allah’ı temsil kabiliyetimiz ile ilgili. Buradan hesaba çekileceğiz. Bu Akşemsettin için de geçerlidir. Akşemsettin Fatih için bir şeyi temsil eder. O temsile ihtiyacı vardır Fatih’in. Fatih bizim için bir şeyi temsil eder. Bizim o temsile ihtiyacımız vardır. Temsile ihtiyaç olmasaydı zaten peygamberler yaratılmazdı. Eser denen şeyin de o temsil kabiliyetinin olup olmadığından ölçülmesi lazım. Benim arzum, tasarlarken, düşünürken hep bu olmuştur. Bu husus bizzat Allah’ın varlığını söylemek değildir, Osmanlı kültürüne sahip çıkma sebebim, Osmanlı olması değil. Osmanlı kültürü dünya üzerindeki en Allahlı kültürdür. Her zerresine Allah işlemiş bir kültürdür. İlk gününden beri bu böyledir. Benim gördüğüm budur... Her yaptıkları binada, taşta, yolda Allah lafzı var. Her fetihlerinde Allah lafzı var. Ne zaman bu lafzı bırakmışlar o zaman yenilmişler zaten. Allah’la bu kadar bağlantılı bir toplum olduğu için beni bu kadar ilgilendiriyor Osmanlı toplumu. Ezan okunduğunda İstanbul dursa Allah bizi kurtarır. Dünyayı yönetiriz.